Ayça Bingöl 1975 yılında İstanbul’da doğdu. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünden mezun oldu. 1996 yılında Dormen Tiyatrosu'nda profesyonel oyunculuğa başladı. 1998 - 2000 yılları arasında da konuk oyuncu olarak Tiyatro Fora`da oynadı. Reklam filmleri, sinema ve dizilerde oynadı ve seslendirme sanatçılığı yaptı. Yeditepe Oyuncuları kadrosunda bulundu. 2007/2008 sezonunda "Bana Bir Picasso Gerek" adlı oyun ile Duru Tiyatro topluluğuna katılmıştır.
Bu dönem içinde rol aldığı tiyatro oyunları Şölen, Nehrin Solgun Yüzü, Bana Bir Picasso Gerek, Paramparça, Tıpkı Sen Tıpkı Ben, Klakson, Borazan ve Bırtlar, Bugün Git Yarın Gel, Yukarıda Biri mi Var, Zafer Madalyası ve Olacak Şey Değil oyunlarını sergiledi.
"Öyle Bir Geçer Zaman ki"deki Cemile performansıyla adından söz ettiren Ayça Bingöl gerçek hayatta evli ve eşi Ali Gökmen Altuğ askerden döndü. Ali Altuğ da bir tiyatro sanatçısı ve eşinin performansını beğendiğini ifade etmiş. Milliyet Cadde'nin haberine göre, Ali Altuğ, askerdeyken eşinin dizisini hiç kaçırmadığını "Oyunculuğunu çok beğeniyorum. En büyük hayranı benim." şeklinde ifade kullanmış.
Salih Zenginin 9.10.2010 tarihinde Ayça Bingöl ile zaman gazetesinde yaptığı söyleşiden çarpıcı bölümler:
Oyunculuk geçmişinizden önce kimyager olma durumu var hayatınızda. Oyunculuk kimyası daha mı ağır bastı? Aslında henüz İTÜ Kimya'da okuyordum konservatuvar sınavlarına girerken. Tiyatro bölümünü kazanınca da bıraktım hemen. 19 yaşımda hayatımın en doğru kararını vermiş olmak beni hâlâ çok gururlandırır. Tek isteğim, sevdiğim ve mutlu olacağım işi yapmaktı.
Siz aynı zamanda seslendirme yapan bir oyuncusunuz. Oyuncuyu seslendirmek mi daha cazip geliyor size, yoksa kendi sesinizin oyuncusu olmak mı?
Seslendirme yaparken de oyunculuğumdan besleniyorum elbette. Görsel ve ses olarak aldığım duyguya kendi algımı ve duygumu koyuyorum.
Hangi tarz filmlerin dublajlarını yapmaktan keyif alıyorsunuz? Bugüne kadar seslendirmekten en hoşnut olduğunuz oyuncu kim oldu?
Animasyon filmler benim en çok keyifle yaptığım işlerdir. Ice Age'deki Ellie ve Madagaskar'daki Gloria en sevdiklerim. Yüzüklerin Efendisi'ndeki Arwen-Liv Tyler'ı da unutmayayım.
Samanyolu dizisinde de acılarla yoğrulmuş bir kadını, Evsed'i canlandırdınız. Şimdi ise 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de de yine acının tarif ettiği bir kadını, Cemile'yi oynuyorsunuz. Bu tarz rolleri oynamak nasıl bir duygu? Sonrasında içinizde kalan tortu ne?
Evsed ve Cemile'yi birbirlerine benzetmiyorum. Evsed'in yapacak hiçbir şeyi yoktu. Yalanlar üzerine kurulmuş bir hayat yaşıyordu. İnisiyatifi eline alacağı bir koşulu yoktu. Cemile, dürüst ve yalansız bir hayat yaşıyor. Kendi gücünün de farkında. Şu anda mutsuz bir hayatı var ama mücadele edecek gücü de var. Oynadığım hiçbir rolün duygusal tortusunu içimde bırakmam. Bu sağlıksız bir durum.

Kendinizi şen şakrak birisi olarak tanımlamanız yanında eşdeğer derecede depresif de görüyorsunuz. Nasıl bir ruh hali bu? Dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Sosyal ortamlarda gayet eğlenceli bir tipimdir. Arkadaşlarımla zaman geçirirken kahkahalarım hiç eksik olmaz. Yaşam enerjim yüksektir. Ama elbette kötü günlerim, umutsuzluklarım ve hayal kırıklıklarım da oluyor. Özellikle böyle dönemlerde karamsarlığım ağır basar. Bazen depresif görünmem belki bu yüzdendir.
Canlandırdığınız onca rol arasında sizin için kavşak noktası olabilecek işler hangileri?
Arif Akkaya'nın sahneye koyduğu 'Bana Bir Picasso Gerek' adlı oyun, benim için gerçekten bir dönüm noktası oldu tiyatroda. Ekranlarda ise sanıyorum Öyle Bir Geçer Zaman Ki. En önemlisi, oyunculuk anlamında çok sayıda insanın beni tanımasını sağladı.
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' dizisinden gelen teklifi kabul etmenizdeki en temel duygu ne idi? Sizi ne çekti?
Senaryodaki gerçeklik duygusu. Cemile rolü oyuncuya fazlasıyla imkân tanıyan bir yapıya sahip, iştahımı kabarttı diyelim.
O dönemlerde yaşamak gibi bir düşünce geçti mi içinizden?
Evet geçti. Özellikle şehirdeki kaostan çok sıkıldığım zamanlarda...
Çekimlerde sizi zorlayan durumlar neler oldu?
Temmuz ayında başlamıştık biz çekimlere. İnanılmaz sıcaklar oldu ve en çok zorlandığım günler o zamanlardı. Çok fazla ayrıntı veremeyeceğim bir sahne çektik altıncı bölümde (henüz yayınlanmadığı için), hayatımda beni duygusal ve fiziksel olarak çok etkiledi.
Cemile, aileyi parçalanmaktan korumaya çalışan, mücadeleci, dürüst, dört çocuğu için her şeyi yapabilecek, çok fedakâr bir anne rolünde. Yaşanan dramı sevgisiyle kapatmaya çalışıyor. Bu güçlü kadın rolü belki o güne mahsus bir özellik. Böyle cesur bir annelik ve kadınlık günümüzde var mı sizce?
Cemile'nin gücü, kadının gücüdür. Böyle kadınlar eskiden de vardı, şimdi de var. Mücadele kadının ruhunda vardır ve zamansızdır. Ben kadının bu gücünü, doğurganlığından aldığını düşünüyorum.
Böyle bir dramı gerçekte siz yaşamış olsaydınız ne yapardınız?
Bilmiyorum... Bilemem. Bu soru bana çok soruluyor ve ben hep aynı cevabı veriyorum. Başıma gelmeden vereceğim her cevap bir fantezi olur.
Anladığımız kadarıyla dizinin hikâyesi yavaş yavaş bugüne doğru evrilecek. Cemile de bu değişimden nasibini alacak mı? Tavırları, duruşu, olaylara bakışı günümüz kadınlarıyla paralellik arz edecek mi?
Zaman geçtikçe, tüm yaşananlar doğrultusunda Cemile elbette değişecektir. Tıpkı yaşamdaki gibi, değişip dönüşemezsek büyüyemeyiz. Ayrıca senaryoda ne zaman günümüze geleceğiz bilmiyorum. Yaşlanmış Cemile'yi ben de merak ediyorum.
Yaşanan bu kırgınlığa rağmen Cemile kocasına sahip çıkacak mı? Bu neye bağlı? Kocasının değiştiğini görmesine mi, yoksa çocukların ihtiyacına mı?
Cemile'nin ailesi her şeyi. Carolin'e rağmen kocasına 'eve dön' dedi. Affetmeye hazırdı ama son gelişen olaylar dönülmez bir yola soktu Cemile'yi. İlerleyen zamanlarda, kendini keşfettikten, ayağa kalktıktan sonra Ali değişse bile affeder mi bilmiyorum.
O dönemin temiz aşkları ve sevgileri artık bu kadar yoğun yaşanmıyor. Bugüne o günden bakınca kaybettiğimiz ne var? İzleyicinin kazanacağı duygular neler, nelere işaret ediyor 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'?
İlişkilerdeki saflığı ve sadeliği kaybettik sanırım. Her şey o kadar hızlı tüketiliyor ki. Bireyselleşmek, en büyük handikabımız oldu. Sadece kendimizi ve menfaatlerimizi düşünür olduk. Başkaları için çaba göstermenin aslında bizi de mutlu edebileceğini görecek belki seyirci, umutlanacak hayata dair. Mücadele ve umut.
Kaynak: Vikipedi, Zaman Gazetesi, Hürriyet Kelebek, Haberler.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder